0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

7. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

7. UMUT.

Kelimelerin facia oluşları yalan değil. Hepimiz kendi faciamız olan kelimeler tanıdık. Fakat duygular mı daha derine iner kelimeler mi, ayırt edemiyorum bazen.

Daha derinimde kesik aradım ama o kesikleri, bana söylenen kelimeler mi açtı bana yaşatılan duygular mı anlayamadım. Hiç kendim gibi yara almış bir ruhun karşısında da oturmamıştım, kelimelerimi daha önce karıştırmamıştım. Şimdi sırası geldiğinde kendime sessiz kaldığım gibi, karşımdaki insana da sessiz kaldım.  

Biliyorum çünkü, kelimeler bazen bazı acıları karşılayamaz.

Soğuk emniyet binası ve siren sesleri, bana ikinci kez o günleri hatırlatıyordu ama bunu kendime ben yaptığım için hak ettiğimi bulduğumu düşünüyordum. O kâğıtta yazılanları ve Deren'in evinin kamera görüntülerini emniyete getirdiğimizden beri şimdiki bu koltukta oturuyordum.

Yazıyı okuduktan sonra kamera kaydını da almıştı ve emniyete gitmek için evden çıkmıştı. Eğer arabayı o kullanırsa bir kaza yaşanacaktı, bu yüzden ben onu emniyete getirmiştim. O dakikadan beri müdürün odasında, karşısında yan yana, aramızda bir mesafeyle oturuyorduk ve onun konuşmuyor olması tehlikeli olmaya başlamıştı.

Deren belki şoktaydı belki de patlama anını bekliyordu. Onu derinden anlamak, hiç istemediğim şekilde kendimi ona yaklaştırmama sebep oluyordu. Kâğıtta yazılanlara ihtimal veriyor muydu, bilmiyorum. Bu bir yalandı, Nil hayatta ve sağlıklıydı. Tamam, ben bir şey yapmadım demiyorum ama Derya'nın yaptığı... Evet, direkt onun yaptığını düşünmüştüm, hâlâ da öyle düşünüyordum.

Deren'in yanımda yükselip alçalan omzuna doğru bakarken, köşedeki koltuktan bilgisayar tuş sesleri geliyordu. Deren o polise kilitlenmiş, çıkacak kamera görüntüsünü bekliyordu. Kâğıdı da parmak incelemesi için göndermişlerdi, el yazısı olmadığı için kâğıda dokunan parmak izleri önemliydi. Deren'in omuzlarının hiddetini izledikten sonra birleştirdiği bembeyaz olmuş ellere baktım. Kan vücudunda dolaşmayı bırakmış gibiydi. Yüzü daha bir solgundu. Arada bir kusmak üzere görünen birisi gibi yüzü buruşuyordu, gözleri doğrudan polisin uğraştığı bilgisayara bakıyordu. Belindeki silah benden taraftaydı ve kendimi sürekli o silahın ucunda görüyordum.

"Deren," diye fısıldadım ama hiçbir geri dönüş almadım.

Beni duymazdan geldi ya da hiç duymadı. Emniyet müdürü de polise doğru konuştu. "Görüntüleri döktün mü? Görelim."

Polis memuru tam, "Evet," dediği sırada müdür odasının kapısı açıldı. Göz ucuyla kapıya baktığımda Nalan'ın sarı, upuzun saçları gözüme çarptı. Kapıdan içeriye eşi ile girince onlara da haber verildiğini anlamış oldum. Emniyet müdürü ayağa kalkıp onlarla el sıkışırken Nalan başını panikle bu tarafa çevirdi ve Deren'e bakarken beni de gördü. "Siz de mi buradaydınız?"

Birkaç saniye cevap vermek istemedim ama sonra, "Olay yaşandığında Derenle beraberdik," dedim.

Bir an kaşlarını çattı, ağzını açtı ama bir şey demeden kafasını salladı. Derya varlığını hatırlatmak ister gibi kolunu Nalan'a dolayınca Nalan'da karşısındaki emniyet müdürüne döndü. "Kamera kayıtlarını izlediniz mi kimmiş?" Tekrar yanımda oturan Deren'e döndü ama bu kez yüz ifadesi, belki de onunla aynı hislere sahip olduğu için yumuşamıştı. "Deren, n'oldu? Kim yapmış olabilir bunu? Kâğıdı görebilir miyim?"

Deren hiçbir şey demeden az önce sözü kesilen polis memuruna bakıp, "Görüntüler," dedi sadece. 

Polis bilgisayar ekranını bize çevirince, Nalan cevapsız kalıp ekrana döndü. Derya ve emniyet müdürü de ekrana yansıyan kamera görüntülerine göz atarken, "Her kimse kamera açısında çok az görünmeyi başarmış," dedi memur, Deren'e. "Bir de kendisini kıyafetlerle iyi gizlemiş, yüzü bir saniye olsun yakalanmamış kadraja."

Karanlık bahçeyi gören kamera açısına biraz sonra yakalandı ama polisin dediği gibi çok kısa süreliydi ve simsiyah görünüyordu. Yüzünü kafasını ve vücudunu örtmüştü. En azından erkek olduğu yürüyüşünden anlaşılıyordu. Emniyet müdürü ellerini beline yaslayıp, "Bu iyi olmadı," derken, Nalan'da, "Neden bir tane olsun iyi haber yok," dedi. Gözyaşları neredeyse hemen kirpiklerinin ucundaydı. Derya ona bakarken keyifsizleşti, sonra da onun başını okşayıp, "Tüm bunlar geçecek," dedi.

Gözlerimi şüpheyle kısarken Deren'in, "Kahretsin," diye fısıldayışını duydum. Sonra bu ses yükseldi, "Kahretsin," diye bağırdı ve ardından önündeki bilgisayarı elinin tersiyle fırlatıp ayağa kalkarken, "Kahretsin," diye haykırdı. "Aklımı yitireceğim, yeter!" Bağırıp aynı kontrolsüzlükle önündeki sehpayı tekmeleyince, polis memuru müdahale etmek için yerinden fırladı ve Nalan ona doğru dönerek, "Deren, lütfen," dedi korkmuş bir ifadeyle.

Deren, "Ne var!" Diye aynı şekilde bağırıp Nalan'a bakınca kadın bir adım geriye doğru sıçradı ve Derya onu tutup, "Sakin ol," dedi, uyarır bir ses tonuyla. "Herkes çok gergin ve üzgün, bu şekilde..."

"Herkesi sikmişim lan!"

"Deren!"

"Sen ne konuşuyorsun şerefsiz!" Diye bu kez Derya'ya bağırıp onun üstüne yürüdü Deren ve polis memuru araya girerken, emniyet müdürü kapıyı açıp koridora seslendi. "Kızımı sen kaybettin, burada ne işin var? Senin, benim sakin olmamı istemeye ne hakkın var piçin oğlu! Sen, seni öldürmemi mi istiyorsun? Kızımı kaybettin lan! Mahvettin tek güzel şeyimi, sen ne yüzle bana sakin ol diyorsun!” Memur aralarına girerken, Nalan'da ikisi arasında kalarak bir çığlık attı ama bu yine de Deren'in Derya'ya uzanmasına engel olmadı. "Kızımın canı bir an bile yanmış olsun Derya, sana dünyada cehennemi yaşatacağım..."

"Deren Bey, kelepçe takmak zorunda kalacağım!"

Koltuktan kalktım ve Derya, "Çek pis ellerini üzerimden," diyerek Deren'i iterken, bir yandan da Nalan'a doğru baktı. "Karımı inciteceksin Deren, ileriye gidiyorsun!"

Deren, polis memuru silahı ona doğrulturken ve odaya bir polis daha girerken, "Kızımı aldın benden," diye bağırarak yeri göğü inletti.

Bir diğer polis memuru ve müdür de kavgayı ayırmaya yardımcı olurken, kargaşanın içinde Deren'in kolunu buldum ve tutup, "Bırak artık," dedim. 

Sesimin gitmediğine emindim, koridorda herkes koşarak buraya geliyordu. Emniyet müdürü bağırırken Derenle Derya birbirine sertçe küfrediyordu. Parmaklarımı kaskatı koluna daha sıkı bastırıp geriye çekmeye çalıştım, benimle memurlar da çektiği için Deren Derya'dan biraz uzaklaştı. Fakat aynı hırs ve nefretle biraz daha yönelmeye kalkıştığında, bu kez önüne geçip onu durdurmak için daha etkili hareket etmeye çalıştım. Bunu yapmak üzereyken Deren'i uzaklaşması için iten Nalan, ikisinden de daha yüksek bir bağrışla, "Yeter!" Dedi ve Deren'in göğsüne sarılıp yumruğunu omzuna indirirken, "Yeter!" Diye tekrarladı. "Yeter lütfen, dayanamıyorum artık!"

Deren, Nalan ona sarılarak onu durduğu için hareket edemeyip hararetli ellerini aşağıya indirirken, Derya'nın gözleri Nalan'ın arkasında kaldı ve üstünü düzeltirken, sertçe yutkundu. Gözlerinin sinir ve acıyla bakmaya başladığını görürken, elimle tuttuğum kasılmış kolun hareketsizleştiğini anlayıp elimi çektim. Memurlar da Derya'yı derhal uzaklaştırıp koridora çıkarırken, emniyet müdürü, "Haddinizi çok aştınız, bu şekilde hiçbir şeyi halledemeyiz," diye fırça çekti.

Elime bakıp ardından bakışlarını yukarıya kaydırdım, Deren'in gözleri kapalıydı ve elleri yanında dikiliyordu. Nalan onun göğsünde hıçkırarak ağlıyordu, tahammülü kalmadığı çok açıktı. Emniyet müdürü bir kavganın daha çıkmaması için kapıyı kapatırken, koridora çıkarılan Derya'nın Deren'e attığı bakıştaki ölümcül nefreti gördüm.

Sonra geri çekilip ellerime bakmaya başlarken, Deren'in, "Çekil," dediğini duydum. "Ben sakinim, bırak."

"Değilsin," dedi Nalan ve uzaklaştığını gördüm. "Onunla kavga ettiğinde eline hiçbir şey geçmeyecek. Ben de ona çok kızdım fakat Derya'da üzgün, bilerek yapmadı ya..."

"Kızını kaybetti ve sen hâlâ onu yanında buraya kadar taşıyorsun, yetmiyormuş gibi bana savunmasını yapıyorsun..." emniyet müdürü durumu sakinleştirmek isteyerek ikisine yaklaşırken, Deren sesini daha da kıstı. "Kızımı kaybettiniz, ikiniz de suçlusunuz. Ona bir şey olursa dünyayı sadece ona değil, sana da dar ederim!"

Emniyet müdürü, "Birbirinizi yemenin vakti değil," derken Nalan biraz daha gerileyip, "Böyle söylediğine inanamıyorum," dedi. Herhalde hayal kırıklığı yaşıyor gibiydi. "Ben kızının annesiyim! Nil ikimizin kızı! Senden daha az acı çektiğimi mi düşünüyorsun? Onu sen de kaybedebilirdin, o zaman ben senin yanında olurdum..."

"Sana defalarca demiştim Nalan! Kızımı onunla yalnız bırakma, o bir yabancı demiştim!" Emniyet müdürü Deren'in koluna dokunup araya bir daha girerken, Nalan ağzını birkaç açıp kapayarak bir şeyler söylemeye çaba gösterdi. "Sana güvenmekle yeniden hata yaptığımı anladım."

"Deren, lütfen..."

Odanın kapısı bir daha açıldığında kısacık baktım ve Derya'nın yanında bir memurla orada olduğunu gördüm. Doğrudan karısına bakarak, "Nalan," dediğinde, Nalan'da Deren'e bir daha bakıp arkasını döndü ve kapıya yürüyüp dışarıya çıktı. Polis kapıyı kapattığında önüme dönüp Deren'e şöyle bir baktım ve beni ona bakarken yakalayınca ellerimi tutmayı bıraktım. Dudaklarımı dişlerim arasında ezerek birkaç saniye gözlerinde kaldım ve bakışlarımı uzaklaştırıp, "Ben de böyle davranırdım," dedim kısık sesle.

"Bence davranmamalısınız," dedi emniyet müdürü, uyarıcı bir tonla. "Deren Bey, bunlara taviz veremem. Emniyet binasındasınız, böyle davranamazsınız. Acınızı anlayışla karşılıyorum ama durumu kaosa sürüklemeye devam ederseniz kelepçeyi takarım."

"O halde bu adamı görmek istemiyorum, kızımla hiçbir alakası olmayan ve üstelik onu kaybeden bir adama katlanmak zorunda değilim!" Deren bunları sinirli sinirli söyleyip kapıya doğru yürümeye başladığında, müdür ellerini beline yaslayıp onun arkasından sıkıntılı şekilde baktı. "Gelmiyor musun?" diye bağırdı Deren ve ben kapıya doğru baktığımda sabırsızca soludu.

Ellerimi ceplerime koyarak yanına yürüdüm ve onun açık tuttuğu kapıdan çıktığımda, kapıyı çarparak kapatıp yanımda yürümeye başladı. Dirseklerimiz birbirine değince kollarımıza doğru bakarak, "İyi misin?" diye sordum alçalttığım sesimle.

Benimle göz kontağı kurdu. "Değilim. Belli olmuyor mu?"

İçinde neler yaşadığını derinden bildiğim için, "Onların kaos çıkarıyorsun demesine aldanma," dedim. "Ben de olsam o adamı öldürmek isterdim."

Eli yakasından inerken daha uysal, sakinleşen bir nefes alıp yutkundu ve genzini temizleyip bakışlarını çekti. Asansöre benimle yürüyüp içeriye girdiğimizde bir kez daha bana bakıp yine aynı şekilde bakışlarını başka yerlerde gezdirdi. Doğrudan karşıya bakarak çenemi sıkarken, "Sence bunu kim yaptı?" diye sordum.

"Çok seçenek var. Son on dört yıldır birilerine rahatsızlık vererek yaşıyorum."

Derya onun tetikçi olduğunu söylemişti... Gerçekten doğruydu.

Peki Derya'nın yaptığını düşünen yalnızca ben miydim? Belki de onun, Nil'in bulunmasını istemediğini bilen yalnızca ben olduğum için bunu bilen de bendim.

Asansörden inerken, yanımda yürüyen adamı izledim. Gerçekten kızının öldüğünü düşünüyor musun, diye sormayı aklımdan çıkardım. Nil hayatta ve ona geri dönecek, sadece Karina'nın yaşadıkları karşılık bulduğunda.

Şimdi kızını ona teslim etsem dünyalar onun olacaktı ama... o zaman kızımın katillerini kim bulacaktı? Onu boğan elleri kim arayacaktı? 

Gözlerimin yandığını hissedince başımı diğer tarafa çevirip cebimdeki ellerimi yumruk yaptım. Başımı çevirdiğim yerde de yeniden Nalan ile Derya'yı gördüm. Otoparka yürürken birbirleriyle yüksek sesli konuşuyorlardı. Deren, umurunda değilmiş gibi gözlerini devirip benim arabama yürürken, "Aptallar," diyerek söylendi, daha ağır bir küfretmenin eşiğinden dönmüş gibiydi.

Arabamın kapısını açıp şoför koltuğuna yerleştiğimde Deren'de kapıyı çarpıp koltukta kıpırdamadan durmaya başladı. Sırf ses ötmemesi için emniyet kemerimi takıp arabayı park ettiğim alandan çıkarırken, nefes sesleri karanlıkta canlılığı temsil eden tek şey olmaya başladı. Arabam emniyetten uzaklaşırken arabada öten bip sesinden rahatsız olup, "Kemerini tak," dedim, Deren'e.

Kemeri yerinden çekerken çok asabi hareket ediyordu, bunu yapmak bile kendisi için nefretlik bir olaymış gibi. Bir şey demedim, kemeri sertçe yerine geçirip arkasına yaslanırken izledim sadece. Sonra trafiğin olmadığı yollara karışıp gaza bastım.

"Yalan, biliyorsun değil mi?" dedim kendimi tutamayıp. Gerçi... Nil ölmemiş olsa da o, her geçen saniye ölmüyor mu? Kendimi, bunu yapanla kıyaslayamam. İkimiz de belli ki çok alçağız. "Her kim yaptıysa yalan söyledi sana. Belki adını bile hatırlamadığın, belki de gözünün önündeki bir düşmanın yaptı sana bunu. Nil hayatta, eminim ki hayatta."

"Artık dost ve düşman, doğru ve yalan algımı kaybettim," derken sesi derinden, yorgundu. Sesinin, söylediklerinin doğruluğuna inandırıcılığı vardı ama artık onun herhangi bir şeye karşı inancı yoktu. "Bana sorsan, şu an bildiğim tek şeyi bana sorsan... Kızımı kurtarmak olduğunu söylerim. Beynimin içinde sadece bu var, tek bildiğim onu her neredeyse, nasılsa kurtarmam gerektiği."

Arabamı gelmek istediğim yere ulaşınca durdurup, "Bir de Derya'yı dövmek," dedim.

Karşıya dönük yüzünü benim tarafıma çevirince dikkati, söylediğimle beraber dağıldı ve dudakları hafifçe seğirdi. Yüzünde, dışarıdaki ışıkların gölgeleri dolaşıyordu. Önüne dönerken omuzları hafifçe sallandı ama güldüğünden çok da emin olamadım.

Sonra ona, "Bana bak," diye fısıldadım. Elimin birisi direksiyonu tutarken, diğeri onun koluna uzandı. Bu kez onu tutup, başının kendime çevrilmesini sağlayabildim. Baş parmağım kolunun üstüne baskı yaparken, kafasını önünden kaldırıp bir iki dakika önce izlediği gözlerime tekrar baktı. "Kızını bulacaksın. O adamı bulup kızını ondan alacaksın. Çünkü gördüklerimi biliyorsun, diğer görgü tanıkları zırva... O adamı bul, kızına kavuş."

Ona dokunmam da bir sorun yok gibiydi, çünkü kolunu çekmiyordu. Ona bunu yapmam sorundu, bu yüzden ellerine bakmaya başlamıştım. Bir gün gözlerimin önündeki göremeyeceğim, onun şimdi gerçekleri göremediği gibi. Bir gün gözlerimin önündekileri göremeyeceğim, çünkü boğazım o kadar sıkılacak ki gözlerim buğulanacak.

"Onu bulacağım," dedi, kararlı şekilde. "Peşindeyim, o adamı bulacağım."

"Bulacaksın," dedim. Ve o zaman Deren benim için her şeyi yapmış olacaktı, sonra bana ne yapacağı bu yüzden umurumda olmayacaktı.

Gözlerim ellerinden kayıp gözlerine tutununca hafifçe yutkunmak istedim. Bunu önlemek imkânsızlaşınca da yutkunup elimi yavaşça çektim. İlk kez o zaman elime doğru baktı ve o elimi dizime kadar götürüp bacağıma koyuşumu izledikten sonra kafasını çevirdi. Camdan dışarıya bakınca, "Burası neresi?" Diye sordu.

"İn," deyip dışarıya çıktım, kapıyı kapatırken rüzgâr yüzünden saçlar gözlerimin önüne kadar girdi. Deren'de kapısını kapatıp araba tavanı üzerinden bana bakarken, "İn ne? Sana bir soru soruyorum," diye karşılık verdi.

Hava dudaklarımdan içeriye sızıp dişlerimi üşütürken, "Çorbacıya geldim, bir tabak çorba içeceğim," dedim.

"Acıktın mı?" diye sordu değişen ses tonuyla.

Gerçekten acıkmış gibi karnımı ovuşturdum. "Yaa, evet."

Zayıf belime doğru bakarken dudaklarını yaladı ve başını sallayıp çorbacıya doğru buyur, hareketi yaptı. Önüne geçip sokaktaki tek açık olan dükkâna ilerledim. Aç falan hissettiğim yoktu, bir şey yemek istemiyordum. Sadece kendisi için buraya geldiğimizi söylesem yemeyi reddederdi, ben de o biraz olsun bir şeyler yiyip kendine gelsin diye böyle demiştim.

Deren başımın üzerinden uzanıp çorbacının kapısını açtığında onun kolunun altından içeriye girdim. Küçük bir dükkândı, içeride birkaç erkek vardı. Tezgâhın arkasında bir adam tezgâh önündeki bir müşteriye çorba koyuyordu. Deren'i hemen arkamda hissederken nereye oturacağıma karar verdim ve cam kenarına yürüyüp sandalyemi çektim. Deren'de karşıma oturdu, birazdan dirseklerini ahşap yaslayıp baş parmaklarını birbirine sürtmeye başladı. Beyaz önlüklü bir garson bize yaklaşırken kafası eğik şekilde masaya bakıyordu.

Garson, "Ne alırsınız?" dediğinde baktım. "Ne çorbası var?" diye sordum.

"Kelle paça, işkembe, mercimek, domates." Arkasında kalan tezgâha bir baktı. "Yemek de var isterseniz."

"Önce çorba," dedim. "Mercimek olsun." Mercimek çorbasının tadını hatırlıyordum, birkaç kez yemiştim. Garson baş sallayıp Deren'e dönünce ben de onun eğdiği yüzüne bakarak, "Sen de iç," dedim, ses tonumu onunla konuşurken değiştirmiştim.

Sessiz kalarak kafasını iki yana salladığında garsona dönüp, "İki tane," dedim.

Garson gittiğinde cebimden telefonumu çıkarıp herhangi bir aramanın olup olmadığına baktım. Mesaj da arama da yoktu, evde her şey yolunda olmalıydı. Telefonumu cebime geri koyarken kafamı önümden kaldırdım, odağımı Deren'in birbiriyle oynadığı parmaklarında tuttum. Garson iki kâse çorbayla geldiğinde, "Su," dedim, istemeyi unuttuğumu hatırlayıp.

Garson su için ayrılırken, dumanı tüten çorbalara bakıp kâsenin birisini ona uzattım. "İç.”

Ona diyordum ama benim de boğazımdan bir şeyler geçmeyecekti. Kaşığı kâsenin içinde dolandırıp durdum, o kaşığına dokunmadı bile. Duman tütmeye devam ediyordu, ağzıma götürdüğüm ilk kaşıkta dilimin ucu hafifçe yandı. Bu kez ikinci kaşığıma üfledim, her nedense bunu yaptığımda kafasını kaldırıp üflediğim kaşığa doğru baktı. Öyle bakıyordu ki elimdeki kaşığı hareket ettirip ağzıma koyamadım, bakışlarındaki acıya odaklanınca boğazım düğümlendi. "N'oldu?"

"Nil," dedi kupkuru kalmış dudaklarıyla. Kızının ismi tek hece olmasına rağmen o ancak birkaç denemeden sonra söyleyebiliyordu. "Onun hep sıcak şeylerden ağzı yanar, üfleyerek yediririm."

"En çok ne yemeyi sever?"

"Makarnaya bayılır, kaşık kaşık yer."

"Aa, makarna benim hassas noktam," dedim ve bunu dediğime, onunla kendim hakkında konuştuğuma şaşırdım. Sesimi alçaltarak ekledim. "Harika makarna yaparım." 

Boşluğu rahatsız edecek kadar hüzünlü gözlerin yeni hedefi ben olunca onunla tekrar göz göze geldik. Bazen denize bakarsın ve hafifçe dalgalandığını görürsün, fakat o yalnızca görünen kısmıdır. Denizin derinlikleri daha vahşidir, bunu sadece yüzmek için o denize girdiğinde anlarsın. Gözlerinin yüzeyindeki hüzün ve derinliklerindeki öfke bana bunu düşündürmüştü. "Belki bir gün Nil'e yaparsın," diyerek düşüncemi böldü.

İlk saniye nefesim kesildi, sanki gerçeği bilerek bunu söylemiş gibi hissettim ama sonrasında bunu başka anlamda söylediğini kavradım. "Sen yaparsın, bana gerek yok," dedim.

Kaşlarını çattı. "İtalyan'sın, daha güzel yaparsın." 

Dudaklarımı ısırıp elimi enseme götürdüm ve kısa saçlarımı ensemden çekerken başımı önüme eğdim. "Çorbanı iç," dedim ona, yine.

Kendim de, karnım aç dediğim için kaşığımı alıp çorbamdan biraz yedim. Ancak bir iki dakika sonra onun da hareket ettiğini görmüştüm, kaşığını alıp çorbayı kaşıkladı. O sırada su gelince masadaki bardağı alıp cam şişedeki suyu doldurdum, önüne uzatırken yüzüne hiç bakmadım. 

Bir süre durduğunu, kaşık çorbaya yeniden girmediğinde anladım. Sonra önüne koyduğum suyu içti. Kendime de biraz su koydum, içip çorbama devam ettim.

Çorbam bittiğinde biraz daha su içtim, masanın altında parmaklarımla oynamaya başlayıp camdan dışarıya baktım. Geç olduğu için dükkanlar kapalıydı, cadde karanlıktı. Hayatım, doğumundan beri bu sözcükle bertaraf olmuştu. Hiçbir şeyin cezasız kalmadığı gibi, karanlık hayatımın da bedeli olmuştu. Babamın dediği doğruymuş. Dünyada, silah seslerinin olmadığı hiçbir yer yokmuş.

"Sende bir şeyler var."

Deren'i duyduğumda parmaklarımla uğraşmayı kesip kafamı çevirdim. "Anlamadım. Ne var?"

"Sana bir şey olmuş," dedi ama bununla kalmadı. "Canın yanmış, üzülmüşsün."

Beni anlayan birisi, acımı gören birisi... "Nereden anladın?"

O sırada saçlarımın ucun çeker gibi tutan parmaklarıma bakıyordu. "Ellerinin bir şeye uzanırken ki isteksizliği, omuzlarının içe doğru dönük oluşu, bakışlarının bir yere doğru çevrilirken ki hevessizliği, dudaklarının albenili somurtkanlığı... Hiç gülümsemeyişin, ağlayacak gibi bakışın..."

Anlaşılmak hissedilmek anlamına gelir mi acaba diye korkup başka yerlere baktım. "İyi bir geçmişim yok."

Omuzları masaya doğru eğilimli oturuyordu, bana kısık gözlerle kesintisiz bakıyordu. "Nasıl bir ailede doğdun?"

Babamı ve abilerimi anımsamak ruhsuzluğuma, kalpsizliğime dokundu. "Kaotik ve soylu bir ailede doğdum. Henüz küçük kızken bile itibarım vardı, hoşuma da gitti. Ailemi hiçbir aileye değişmezdim..." sadece kızıma değiştim. "Sen nasıl bir ailede doğdun?"

Sigara paketini çıkarıyordu ama sonra kapalı bir mekânda olduğunu hatırladı, paketi masaya fırlatırken, "Küçük, sevgi dolu bir ailede doğdum," dedi. "Düz bir hayatım vardı."

"Aileni nasıl kaybettin?"

"Trafik kazası," dedi pürüzlü sesle ve yutkunmak zorunda kaldı. Başını çevirip kapıya baktı. "Sigara içmem lazım."

Anlamıştım, içmediği için asabileşiyordu zaten. Çorbasına baktım, en azından yarısından fazlasını içmişti. "Çıkalım," derken bir selpak alıp ağzımı sildim, o sandalyeden kalkıp kasaya ilerlerken ben de doğruldum. Masadan ayrılmadan önce almayı unuttuğu paketi alıp arkasından ilerledim, ben ona yetişirken cüzdanını cebine geri koyuyordu. Yanında dışarıya yürümeye başladığımda ağır ağır dönüp bir baktı ve kapıdan çıkarken elini diğer cebinde dolaştırıp sigarasını aradı. Sonra kafasını iki yana sallayıp küfretti. "Aklımı siksinler..."

Paketi uzatırken, "Eminim buna gerek yoktur," dedim.

Alırken, "Gerek bırakmamışsın, eyvallah," dedi.

Başımı sallayıp teşekkürünü aldım, önüme dönerken kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. Çakmak sesi ve nefes sesi bir dakika içinde geldi, yanımda dikilerek sigarasını içerken sessiz kaldı. Duman gözlerimin önüne gelince beni irkilten bir şey yaptı, eliyle yüzüme gelen dumanı dağıtıp uzaklaştırdı.

Daha yavaş nefes alıp bırakırken, "Hayatında hiç sigara içmedin mi?" diye sordu bana. Sigarayı tuttuğu elini aşağıya indirip hafifçe silkti.

"Bir dönem içtim, sonra bırakmam gerekti. Utku geldiği gün masadaki sigaraları görmüştü. Abim içmez demişti. Yeniden mi başladın?"

"İlk çaresizliğimde hemen sigaraya saldırdım, acınası... Sandığım kadar güçlü müyüm, bilmiyorum." Sigara izmaritini, dükkânın önündeki çöp kutusuna fırlatıp kendini onaylamıyormuş gibi yüzünü buruşturdu. "Hadi, gidelim."

Derhal önüme dönüp arabama ilerledim, dakikalardır onunla temas eden kolumu kaşıma dürtüsünü yenerek şoför koltuğuna oturdum. Ön camım lekelerle doluydu, arabamı yıkamak aklıma gelen son şey bile değildi. Gözlerim önümde uzanan, bitmeyecekmiş gibi görünen yolda uzun uzun kalırken, onun yeni bir sigara yaktığını gördüm.

Evine geldiğimizde arabamı kenara çektim, ellerimi direksiyondan ayırmadan ona döndüm. Kemerini çözerken omuzları gergin, yüzü hasta görünüyordu. Öldüğünü hisseden birisine, aynadaki yansımadan baktım. Ben olmayan ama ölmüş hisseden birisine de ilk kez bu kadar yakından. Kemer tokasını bırakıp bana dönüyorken, tişörtünün açıldığını ve silahının göründüğünü fark ettim. Elimi tişörtüne doğru uzatıp tişörtünü silahın üstüne çekiyordum ki parmaklarım silaha temas etti ve bir saniye sonra eli sertçe elimin üzerine kapandı. "N'apıyorsun?"

Ellerimiz bu kadar hızlı birbirine değince odaklanmak konusunda sıkıntı yaşadım. "Tişörtle silahı örtecektim," dedim. Eli taş gibiydi, aynı şekilde buz gibiydi. Kalbine dönüşüyordu galiba her şey. Çünkü benim ellerim de Karina'yı kaybettiğimden beri buz gibiydi. "Kardeşin tekrardan görmesin diye."

"Bu kez bunu akıl edecektim," derken sesindeki ton değişti ve omuzları gevşedi. Aklıyla duygularının üzerinden geliyormuş gibi elini serbest bıraktı ama elimi değil. Daha az bir duyarsızlıkla elimi silahının üzerinden çekip kendi dizime doğru koyarken, "Yine de sağ ol," dedi, daha pürüzlü sesle.

Elimi fark edilmeden dizime doğru sildim. "Silahını alıp seni vuracağımı mı düşündün?"

"İnsanlar tahmin edilemezler," dedi, sildiğim elime bakıp bir şey demeden önüne dönmeden önce.

"Haklısın. Sonuçta insanlar birbirlerinin hayatına mutlu etmek için girerler, öldürerek de çıkarlar."

Baktığımda gözlerini sımsıkı kapatıyordu, geri açarken başını aşağı yukarı salladı ve uzandığı gibi kapısını açtı. Vücudunun yarısını dışarıya çıkardı ama sonra bana döndü, tam gözlerimin içine baktı. İnsanlar bazen de birbirlerinin hayatına, birbirlerini öldürecek olduğunu bilmesine rağmen girerdi ve onunla ölürdü. "Emniyete giderken arabayı kullanamayacağımı anladın, beni oraya kadar götürüp getirdin. Eyvallah, ayağına sağlık."

"İnsanlık," dedim.

Dizimdeki elime doğru bakıp çıktığı gibi kapıyı kapattı, süratle evine ilerledi. Gözden kaybolunca karşıma bakıp bir yumruk savurdum direksiyona, sonra da öfkeyle inleyip kafamı arkaya yasladım. Bileğim zonklamaya başlayınca bir süre orada gözlerim kapalı kaldım, sonra da dikkat çekmemek için arabayı çalıştırıp caddeye çıktım. Eve gidene kadar arabayı sürekli sürekli hızlandırdım, ancak otoparka girdiğimde yavaşladım.

Kapıyı sessizce açıp içeriye girdiğimde evi bıraktığım gibi buldum. Gece hâlâ koltukta oturuyor, Nil yatakta uyuyordu. Onun Karina olduğunu düşünmemeye çalıştım, Karina'yı ne kadar çok özlediğimi de. Dudaklarımı ısırmak zorunda kaldım, gözlerimi kıpırdatsam damlalar yanaklarıma düşeceği için bir süre Nil'in üzerinden ayırmadım.

Ardından yatağa sessizce uzanıp bacaklarımı kendime doğru çektim. Gözlerimi kapatıp ağlarken içime doğru hıçkırdım. O gece pişmanlığın esintileri yüreğimi meşgul etti, kızıma olan özlem de kalbimi. Sabah olana kadar alevlenen acıların içinde yalnız kaldım, bundan sonraki hayatımda da kalacağım gibi.

🎠

Ertesi gün, gece hiç uyumadığım için gözlerim şişti. Uyanmakta olan Nil'i izliyordum. Son birkaç dakikadır kıpırdıyordu, onu tanımaya başladığım için de bunun uyanma sinyalleri olduğunu anlıyordum. Küçük yumruklarıyla açamadığı gözlerini ovuşturup esnediğinde, yanaklarımda bir seğirme oldu ve gülümsediğimi anladım.

Fakat gözlerini açarken, "Anne," dediğinde o gülümsemenin izi bile kalmadı. Yumruklarını aşağıya çekip gözlerini odada dolaştırdı ve yanına bakıp beni görünce, "Sabah olmuş," dedi, buna şaşırmış gibi. "Sen buyada mı yattın?"

"Seni izliyordum.”

"Sen de hep beni izliyorsun," derken bir daha esnedi ve doğrulup otururken saçları dağıldı. Gün ışığında daha parlak ve annesinin saçları gibi görünüyordu. "Babam geldi mi?"

"Baba gelmeyecek, ben seni babana götüreceğim," diye söz verdim ona, saçlarını düzeltmek istedim ama kendimde o an bu hakkı görmedim. "Ondan sonra hep babanla kalacaksın."

Gözlerini kocaman açtı. "Geyçekten mi?" Ellerini çırptı ama ardından durdu. "Annemi görmeyecek miyim?"

"Elbette göreceksin ama babanı daha çok göreceksin." Mavi gözlerinin bunu neşeyle karşıladığını görüyordum. "Anneni özler misin?"

Başını aşağı yukarı salladı. "Özleyim, seni de özlerim, bir tane köpeğim var, onu da özlerim..." sonra dil çıkarıp elini iki yana salladı. "Derya'yı hiç özlemem!"

Derya'yı sevmediğini hissetmiştim, adam ona iyi davranmıyordu ki sevsin. Gözlerimi daha önce gördüğüm koluna doğru çevirip kalktım ve eşofman üstünü yukarıya çekip bileğinin üstündeki morluğa baktım. "Buraya n'oldu? Acıyor mu?"

Kolunu hızlıca çekip örterken kaşlarını çattı. "Bir şey yok, bir şey yok! Babama söyleme!"

Babama söyleme, sözcüklerini birkaç kez daha kullanmıştı. Sanki birisi Nil'i, bazı şeyleri babasına söylememesi için uyarmıştı. "Canım, sen nasıl istersen," dedim. "Ama şimdi merak ettim buraya n'olduğunu? Çünkü ben bir kere düşmüştüm, kolum aynı böyle mor olmuştu. Sen de mi düştün?"

"Yok, düşmedim." Başını önüne doğru eğerken gözlerinin dolduğunu gördüm, ağlamaya başlayınca korkuya kapıldım. "Derya yaptı ama sakın babama söyle Kaymen!"

Zaten onun yaptığını tahmin etmiştim. Nil'den, sırf Deren ve Nalan'ın kızı olduğu için nefret ediyordu. Kızıma yaptıkları gibi, Nil'e de zarar verildiğini bilmek beni yeni planlar yapacak kadar çileden çıkardı. "Annen gördü mü kolunu?"

"Göydü göydü." Burnunu çekerek bana arkasını döndü, yataktan inmek için çabalamaya başladı. "Ben de düştüm dedim."

Yataktan kalktım ve o önümde koşmaya başladığında, arkasından ilerledim. Salona geçince sehpanın üzerinde kahvaltılıklar olduğunu gördüm. Gece işime gitmeden önce bir şeyler hazırlamıştı. Hak etmediğim arkadaşlığımın ikramını bir süre izleyip sonra Nil'i bacaklarından kavradım, o neşeli bir çığlık atarken indirip yere koydum. Üşümemesi için altına koltuk minderlerinden birini yerleştirirken, "Kahvaltı vakti," dedim.

O süt dolu bardağı içerken ben iki ekmek dilimine bal sürdüm. Yemesi için ben de karşısında yiyecektim, dün Derenle yaptığımız gibi. Ekmeği elimden alıp küçük lokmalar halinde ısırmaya başlarken, "Bir şey soyabilir miyim?" dedi.

"Sorabilirsin," dedim.

"Babamı arayalım mı? Hem konuşurum ben onunla?"

Öyle hevesli sormuştu ki, hayır diyerek nasıl kıracağımı bilemedim. Karina benden böyle bir şey istese göz göre göre nasıl onu üzerdim? Babasını çok özlemişti, babası da onu. "Peki," dedim en yumuşak sesimle. "Ama şimdi değil, daha sonra tamam mı?"

Coşkuyla yerinden kalkıp, "Tamam tamam," dedi ve ardından kollarını boynuma dolayıp kafamı öpünce afalladım. Masumiyeti bir şekilde bana gerçek geldi, sarılmasındaki içtenlik de. Ben de ona sarılıp yanağından öptüm ve bu, uzun zamandır hissettirmediği kadar iyi hissettirdi. "Babamı çok özlemiştim Kaymen! Yüz gündür göymüyorum!"

"Önce arayacaksın, zamanı gelince de onu göreceksin." Benden uzaklaşıp kendi etrafında neşeyle dönmeye başlayınca onu bu kadar neşelendirdiğim için kendi kendime gülümsedim. "Ama önce kahvaltını ye."

"Çikolata da yiyebiliy miyim?" diyerek kalktığı yere oturduğunda uzanıp o küçük burnunu sıktım. "Yumurta da ye, çikolata da."

"Yumurta kokuyor," diyerek yüzünü astığında, "Lütfen," dedim ona ve bu kabul etmesini sağladı, kafasını sallayıp haşlanmış yumurta yemeye başladı.

Karnının gerçekten doyduğuna emin olduğumda kalkmasına müsaade ettim. Koltuğun yastıklarını indirip kendisine yeniden ev yapmaya başladığında ortalığı toplamak için kalktım. Yapmam gerekenleri yapıp banyoya girdim, çirkinliğime aldanmadan lavaboyu açtım. Kullanılmamış, paketteki diş fırçalarından birisini alıp, "Nil," diye seslendim. "Gel, dişlerimizi fırçalayalım."

Koşa koşa banyoya kadar geldiğinde onu kucağıma aldım, macun sıktığım diş fırçasını eline verip ağzını komik şekilde fırçalamasını izledim. Ağzı yanmaya başlayınca sızlandı, bunun üzerine derhal ağzını çalkaladım. "Sen de fırçala," diyerek başımda durmaya karar verdiğinde bunun onun için keyifli olacağına karar verip dişlerimi temizledim. Macunun köpüklerine gülüp işaret parmağıyla ağzımı gösterdi. "Çok komiksin."

"Yıkayayım," deyip eğildim ama kollarını bacaklarıma dolayıp güldü. "Yıkama, yıkama."

Başımı iki yana sallayarak güldüm ve köpükler artık boğazımdan inmeye başlayınca daha fazla duramayıp ağzımı çalkaladım. Yüz ifadelerime gülerek bacaklarıma daha sıkı sarıldı. "Sen hep benim dadım ol ya!"

Ellerimi kurulayıp hafifçe saçlarını okşadım, sonra da ona, "Saçlarını tarayalım," dedim. Kollarını yukarıya kaldırdığında eğilip kucağıma aldım, bu hafif ağırlıkla Karina'nın odasına geçtik. Onun küçük, renkli taraklarından bir tanesini alıp Nil'in saçlarını acıtmaktan kaçınarak yavaşça taradım.

O gün birlikte o kadar şey yaptık ki, gerçekten uzun zaman sonra evimde evde gibi hissettim. Hava karardığında normalde karanlıkta oturup duvarlara baktığım salonda bu kez Nil'in izlediği çizgi film sesleri yankılandı. Yanıma oturup başını dizlerime koymuş, çizgi film izleyerek eğleniyordu. Zihnimde zaman zaman oluşan bulanıklık yüzünden onun burada olmadığını bilsem de dizlerimde yatanın Karina olduğunu hissediyordum. Bilmek ve hissetmek bu bulanıklıkta ayrışıyordu.

Başını okşayarak ona Karina, demek istedim.

Kalbimi tutup tavanı izledim ve saatler böyle bomboş geçti, Nil dizlerimde uyudu. Günler geçse bile kıpırdamayacağım yerden Nil için kalktım, onu nazikçe kucaklayıp içeriye götürdüm. Yatağa bırakıp üstünü örttükten sonra onun için gece lambasını açıp odadan çıktım. Salona geçip telefonumu aldıktan sonra da Gece'yi aradım. Telefonu neredeyse yarım dakika sonra açtığında ona, "Yarın bana tek kullanımlık bir hat alıp gel," dedim, o henüz konuşmadan. "Sana ihtiyacım var."

🎠

Ertesi gün akşam, 18.00 sularıydı, kalbin hâlâ atıyordu. İçinden geçenleri, bir günlüğe yazar gibi kelimesi kelimesine tekrar ediyordun. Bir günlüğe yazsan daha iyiydi, yaşadıklarına bir kâğıt şahit olurdu. Şimdi sadece kalbinle aranda geçiyordu tüm uğultular, kulaklarını patlatacak kadar yüksek sesiyle.

"Dediklerimi anladın değil mi Gece? Tek bir şansımız var."

"Anladım," dedi Gece, kendinden emin görünse de nefes alışverişi panik doluydu. "Bana verdiğin numarayı gizli şekilde arayacağım. Deren'i arayıp yalnızca birkaç saniye Nille konuşmasına izin vereceğim, onun hayatta olduğundan emin olmasını sağlayacağım. Sonra da hattı çıkarıp yakacağım."

Sessizce onaylayıp atladığım bir şey olup olmadığını düşünürken, "Neden sen aramıyorsun?" diye sordu Gece. "Ben... Ya Nil'den telefonu geri alamazsam ya ağlar üzülürse dayanamayıp konuşmasına izin verirsem?"

"Ben o sırada Deren'in yanında olacağım ki üzerimdeki şüpheler tamamen kalksın, hem..." kulaklarımdaki uğultu arttı, kan fışkıracakmış gibi hissettiriyordu. Ellerimi yüzümde dolaştırdığımda, "Hem?" diye tekrar etti, devamını merak ederek.

Geçiştirerek, "Hiç," dedim. "Nil mutlu olacak, bu yüzden yapıyorum. Yoksa risk almazdım."

"Madem öyle, annesini de mi arasak Karmen? Kadın haberlerde çok kötü görünüyor."

"Arayamam. Nil'in montunun cebinde sadece babasının telefon numarası vardı." Fakat bu arama Nalan'ı da toparlayacaktı. "Deren nasılsa ona da söyler, o da Nil'in hayatta olduğunu öğrenir."

Gerekçemi mantıklı bulmuş olmalı ki başını salladı. "Bana bahsettiğin, adamın evine gelen kâğıttan sonra bu arama onlara çok iyi gelecek, Nil'in yaşadığından emin olacaklar."

Ellerimi izlerken bileğimdeki kurdeleye titrek bir iç çektim. "Evet, mutlu olacaklar."

"Tamam, bunu ara ara yapıp onların, Nil'in yakında kendilerine döneceğine inandırmalıyız Karmen." Gece ellerimi tutup bunu yapmaya devam etmemizi isteyen gözlerle baktı. "Biraz olsun böyle arınalım bu günahtan."

"Bu senin günahın değil Gece, her şey bittiğinde bile sana bir şey olmayacak."

Kafasını iki yana sallayıp kısa kesim saçlarını kulağının arkasına itti. İşinden çıkıp da gelmişti, üzerinde kot eteği ve yakalarını açık bıraktığı beyaz kumaş gömleği vardı. Özensizce yaptığı makyajına rağmen güzel ama hüzünlü duruyordu. Elini bu kez ben sıkıp, "Yemin ediyorum kimse seni bir gün bile suçlamayacak Gece," dedim.

Bu yeterince iyi bir teselli değilmiş gibi ifadesiz kaldı. "Seni suçlayacaklar. Deren'i tanımıyorum ama Nil'in dedesini tanıyorum, gerçekler ortaya çıktığında sana neler yapabileceğini tahmin ediyorum... Saygın bir adam ama senin için yeterince tehlikeli olacak, neyi neden yaptığını umursamayacak..."

"Anlatmam ki umursasın. Kızıma ne olduğunu yüksek sesle bile söylemedim hiç, başkalarına da anlatamam..." düşününce gerçekten hayatımda kendi ailemden kimse yoktu, hep başkaları vardı. "Beni, başıma gelecekler için uyarmana gerek yok. Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı."

Gözlerini üstümden çekerken söylediklerimi inkâr ediyormuş yüzünü astı ama bir şey demedi. İkimizin yan yana oturduğu yatak ucundan kalkıp koridora çıktım, mutfağa baktığımda Yaman'ın kendi evindeymiş gibi bir rahatlıkla kahve hazırladığını gördüm. Ceketini çıkarmıştı, üzerinde lacivert bir kumaş gömlek ve siyah pantolon vardı. İçgüdüleri onu doğru yönlendirdi ve birisinin varlığını hissedip omzunun üzerinden bana doğru baktı. Birkaç saniye benimle göz göze kalıp başıyla yavaşça selam verdi ve önüne dönüp kahvesiyle ilgilendi.

Salondan içeriye kafamı uzattığımda Nil'in pelüş köpekle oynadığını gördüm. Bu kez sabah kendisi Karina'nın dolabından seçtiği bir eşofmanla tişört giyinmişti, bu kıyafetlerin içindeyken onu Karina'yla karıştırıp sessizce oynamasını izledim. Kendisi beni fark edip gözlerini kocaman açınca da Karina'nın koyu renkli gözleri gitti, Nil'in mavi gözleri geldi. Ayaklarındaki beyaz çoraplarla yanıma koşup karnımın hizasından bana baktı. "Çok güzel olmuşsun!"

Üzerimdeki siyah, triko kazağıma ve yüksek bel, siyah pantolonuma baktım. "Beğenmene sevindim."

"Bir ye yuj sürsen keşke, daha güzel olursun..." utana utana dudaklarını gösterince ruj sürmekten bahsettiğini, o yanlış söylese de anladım. Elini tutup odama götürürken, "Sen seç o zaman," dedim.

Yatak odamıza girdim ve Gece'nin buradan çıktığını gördüm, Yaman'ın yanında olabilirdi. Makyaj masamın yanına yürüyüp aylardır elimi sürmediğim eşyalarıma bakarken, birkaç ruju çıkarıp Nil'in gözünün önüne koydum. "Hangisini sürmemi istersin?"

Parmağını düşünüyormuş gibi çenesine vurmaya başladı. Rujlardan ikincisini seçti ve alıp bana verdi. "Bunu seçtim!"

Yalnız Nil istediği için bordo ruju çok uğraşmadan dudaklarıma sürdüm, yerime geri koyarken ona baktım. "Beğendin mi?"

"Bayıldım bayıldım!"

"Bayıldın mı? Bu sözcüğü kullandığını ilk kez duyuyorum Nil."

Kazağımı heyecanlı parmaklarıyla düzelterek, "Hıhı," dedi.

Asla bir daha tam olmayacağı için ancak yarım gülümsedim. Kafasındaki kumral saçları çok yavaşça sevip dolabıma ilerledim, ceketimi askıdan alıp giyerken, "Ben bir yere kadar gideceğim," dedim. "Sen de bu sırada Gece ile kalacaksın, o babanı arayacak, konuşacaksın tamam mı?"

Yerinde mutlulukla zıplamaya başladı. "Tamam ama keşke sen de olsaydın! Sen de konuşuydun hem..."

Onun karşısında olabilmek için eğilip küçük elinden tuttum, elinin içini okşadım. "Daha sonra ben de konuşurum. Özledin, şimdi sen konuş."

Başını heveslice salladığında kalkıp onunla koridora çıktım, bana dudaklarımın çok güzel olduğunu söyleyerek peşime takıldı. Mutfağın önünden geçerken içeriye doğru baktım. Yaman, Gece'nin hemen arkasında durmuş, yukarıdaki bir şeye uzanıyordu ve arkadaşım da dirseğini onun karnına vurup itiyordu. "Salak mısın, n'apıyorsun arkamda?"

"Dur," dedi Yaman, sakince. "Bardak alıyorum."

Gece, onunla tezgâh arasından çıkmaya çalışırken dirseklerini bir daha onun karnına vurdu ve bunun Yaman'ı hafifçe gülümsettiğini gördüm. Bardağı alıp gerilediğinde Nil yanıma güldü ve ikisi de sesi duyup bu tarafa döndü. Gece sinirle nefes alıp verirken, Yaman tezgâhın diğer tarafına geçip kendisine sakince su doldurdu. Gece'nin gözlerine bakıp, "Ben çıkıyorum, saati unutma," dedim.

Bakışlarını kaçırarak Yaman'dan uzaklaşırken başını salladı. Nil'e dönüp en sıcak ifademi yalnız onunla paylaştım ve Gece yanına gelip Nille oynamaya başlarken, evden ayrıldım.

Deren'in evine ulaştığımda artık hava kararmıştı. Arabamdan inerken yolumun üzerinden aldığım paketi de yanıma aldım, açık bahçe kapısından içeriye girip sokak kapısına kadar yürüdüm. Sokak ve etraf sessizdi, evde henüz bir ışık yanmıyordu. Kapıyı birkaç kez tıklattım, ancak bir dakikadan sonra birisi açtı ve kafamı kaldırınca Utku olduğunu gördüm.

"Karmen?" dedi, gelmemi tuhaf karşılamış gibi. "Selam... Uyukluyordum, geç duydum kapıyı. Girsene."

"Selam," dedim.

Kapıdan girip elimdeki torbayla beraber doğrudan mutfağa ilerlemeye başladığımda arkamdan geldi. "O ne?"

Yiyecekleri torbadan çıkarıp tezgâhın üstüne bırakırken, "Evde hiç yemek görmüyordum," dedim. "Yolumun üzerinden bir şeyler aldım."

Yanıma kadar gelip torbadan çıkardığım paketlenmiş yemeklere baktı ve sonra bana dönüp kuru kuru gülümsedi. Ondan bir gülümseme almayı beklemediğim için tepkisiz kaldım. "Eyvallah, niye zahmet ettin? Biz abimle ara ara yapıyorduk yemeğimizi."

"Zahmet değildi. Ellerimle yapmadım sonuçta." 

"Düşünüp almışsın," derken hafifçe omzumu sıktı. Göz ucuyla bakınca abisine benzeyen gözlerinin benimle yakınlık kurduğunu gördüm. Saçları dağılmıştı, üzerinde siyah yıpranmış tişörtüyle gri eşofmanı vardı. "Benden başka birisinin abimi düşünmesine sevindim."

Alt dudağımı ısırarak bir şey demeden parmak uçlarımda yükseldim, yukarıdaki dolaplardan bir düz tabak alırken, "O nerede?" diye sordum.

"İştedir, sabahtan beri yok." Ellerini eşofmanının ceplerine koyarak hazırladığım tabağa göz attı. "O kim için?"

"Senin," dedim sadece. "İş demişken, abin pek bahsetmiyor... Her zaman çok mudur işi?"

Esneyip tezgâha yaslandı, benden uzun olduğu için yanımda bayağı yer kaplıyordu. "Evet, çok fazla çalışır. Yaptığı iş ciddi, abim de bunun farkında. Her zaman başkaları için çalışır, son bir yıldır bu milletvekili için çalışıyor. Adam daha göz önünde ve muhalif olduğu için çok fazla koruması var. Aslında ama abim en yakın özel koruması, genelde diğer korumaları da abim koordine eder..." canı biraz sıkkın göründü, başını önüne eğip iç çekti. "Kendine vakit ayırmıyor, dinlenmiyor, o yüzden... O yüzden gönül işlerine vakit ayırdığına şaşkınım. Siz nasıl tanıştınız?"

"Kimseye anlatamayacağım türden bir tanışma hikâyemiz var." Göz kırpıp tabağını önüne ittikten sonra mutfaktan çıkıp salona doğru geçtim, içeriye göz atıp koridora geri döndüm. Deren'i, eve dönmesi için aramalı mıydım? O telefonu aldığında yanında olmayı istiyordum.

Ne hissedeceğini gözlerinden okumak isterdim.

"Abimi mi bekleyeceksin? Geleceğinden haberi var mıydı?"

Utku'nun mutfaktan sorduğu sorulara bir yanıt vermeden beklemek için salona giriyordum ki kapı tıklatıldı. Hemen kapıya çevirdim yönümü ve açmak üzereyken göğsüme doğru bir sancının indiğini hissettim. Kapıyı açtığımda Deren'in yerine şu komşu kızını görünce o sancı hafifleyip kayboldu. Ece, yine elinde bir tabakla bana bakakaldığında, stresle nefes alıp, "Bu kez de mi kurabiye getirdin?" diye sordum.

"Merhaba," dedi kısık sesiyle. Üzerinde geçen sefere benzeyen, babasınınmış gibi duran bir gömlekle dizleri yırtık bol kotu vardı. Saçları bu kez tek örtüktü, kâkülleri ve perçemleri yüzünün etrafına dökülmüştü. "Yok, kurabiye değil... Ben Deren abi hiçbir şey yemiyordur diye akşam yaptığımız yemekten getirmiştim biraz."

"Yemek var, gerek yoktu," dedim elindeki tabağa göz ucuyla dokunup. Üzerine bir tencere kapağı örtmüştü. "Deren'de evde değil zaten, onu başka zaman görürsün."

"Aaa..." dudağının kenarını ısırıp başını yavaşça salladı. "Deren abiyi göremesem de yemeği alır mısın, buraya kadar getirdim."

Utku'nun bir şeyler duymasını istemediğim için direkt uzanıp elinden tabağı aldım. Ece çekimser şekilde gülümseyip birkaç saniyeliğine omzumun üzerinden eve, birisini arıyormuş gibi baktı ve ben onu yakalayınca yanakları kızardı. Telaşla eşikten geriye çıkıp, "Rahatsız ettim," diyordu ki, arkamdan Utku'nun sesi, "O kim? Abim mi?" diye sordu ve Ece'nin gözleri bir daha omzumun üzerinden arkaya çevrildi. Beyaz tenini karanlıkta parlatan şey, gözlerinin ışıltısı ve teninin kırmızısı oldu. Yutkunarak gülümsedi.

"Hayır, abin değil," dedim ve Utku yanıma kadar gelirken, Ece'nin hızlı hızlı nefes alıp verdiğini gördüm. Kapının önünde olduğu için rüzgâr saçlarına esti, bu esintide bozulan saçlarını düzeltirken bakışlarını kaçırdı. Utku omzumun üzerinden bakıp Ece'yi görünce kaşlarını çatıp. "Merhaba?" dedi.

Ece bakışlarını tekrar ona yöneltirken, "Merhaba," diye fısıldadı ve sonra ona karşı hafifçe dudaklarını kıvırdı. Beni unuttuğunu hissettim, vücudunu istemsiz olarak Utku'ya doğru çevirmişti. "Sen... Burada mıydın?"

Utku bana anlamamış gibi bakıp sonra tekrar Ece'ye döndü. "Buradayım, buradayım da... Biz tanışıyor muyuz?"

Ece'nin yüzündeki gülümseyiş normal bir ifadeye döndükten sonra kırılganlaştı ama bu çok kısa sürdü. Omuzlarını düşürürken sessiz şekilde, "Evet," dedi, sonra daha kuru bir gülümseme göründü yüzünde. "Deren abinin kardeşisin, dört ay önce geldiğinde tanışmıştık... Sen unutmuşsun."

Utku gözlerini kısarak Ece'nin yüzüne uzun uzun baktı. Kendi yüzü biraz rahatsız olmuş gibi görünürken, Ece bakışlarını kaçırıp geriledi. "Abimi de tanıyorsun?" diye sordu, gözlerini ayırmadan.

Ece hızlı bir baş sallamayla sessiz kalınca, Utku'ya Ece'nin arkasında kalan iki katlı evi gösterdim. "Orada oturuyor. Komşunuz."

Utku eve doğru bir göz atarken Ece, "Gitmeliyim," dedi. Bana, sanırım kabalık olmasın diye el salladı. "Deren abi yemeği yer, selam söyleyin."

Utku o an elimdeki tabağa bakıyorken, Ece arkasını dönüp hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Bahçe kapısını kapatırken başı önüne eğikti, omuzları fevrice inip kalkıyordu. Kendi evlerinin olduğu tarafa geçerken gözden kayboldu, kapıyı kapatıp Utku'ya göz attığımda ensesini kaşıyarak salona doğru ilerledi. Tabağı mutfağa götürürken salonda ne yaptığına baktım, camdan karşıyı gören evin bahçesine bakmak için güneşliği açmıştı ama beni görünce güneşliği çekip yüzüme doğru baktı. "Sen tanıyor musun onu?"

"Evet tanışmıştık." Elimdeki tabakla mutfağa girdim, kapağı açtığımda tabaktakinin yoğurtlu bir yemek olduğunu gördüm. Neydi... Mantıydı. Ben sevmiyordum ama herkes bayılıyordu. 

"Ne getirmiş?" diyerek Utku arkamdan geldi ve tabaktaki yemeği gördüğünde yutkundu. Midesini tutup dudaklarını yaladı. "Sen yiyecek misin?"

"Hayır."

"Ben yiyeyim o zaman." Tabağı önüne çekip çekmeceden bir kaşık çıkardığında, "Abine de ayır," dedim, Deren'in boğazından bunların geçmeyeceğini bilmeme rağmen.

Dirseğini tezgâha yaslayıp tabağına eğilmeden önce bana baktı. "Gönül işi deyince kızıyorsun ama sen cidden abimi düşünüyorsun ha..."

Bu çocuk başımı ağrıttığı için yanından hiçbir şey demeden ayrılıp salona geçtim. Işığı yakmaya gerek bulmadan koltukta oturmaya başladım. Acaba Deren'in yarası geçmiş miydi? Geçmiş ya da geçmemiş... Deren'in bunu fark edeceğini düşünmüyordum, hatta bir yarası olduğunu bile unutmuş olmalıydı. Çünkü hatırladığın yara daha derin iz bırakmış olanıdır, Nil'in yokluğunun derinliğine kıyasla aldığı yara hiçbir şeydi.

Elimi saçlarımdan geçirirken bir ses çınladı ve kafam hızlı bir manevrayla yukarıya kalktı. Koridorda yanan ışık gözlerimi alırken, kapı sesi daha netleşti. Deren'in kapıyı açıp eve girdiğini anladım, ayakkabılarıyla koridorda ilerlerken salonun önünden geçmeye başladı. Salonda oturduğumu görmeden bakış açımdan çıkıyordu ki göğsüme giren sancıyla hatırladım konuşmayı. "Deren," diye seslendim fısıltıyla.

Kulağındaki sesimle duraksayıp başını çevirince göz göze geldik. Artık acı anlamına gelen gözleri, aramızdaki o sonsuz uçurumu hatırlattı. Bu tarafa dönüp üzerinde yalnız bir tişört ve pantolonla salon kapısına kadar yürüdü. Koltuktan kalkıp ben de ona ilerlemeye başladığımda, "Burada n'apıyorsun?" diye sordu, sesi kısıktı ama kısık sesle konuşmuyordu. Kısılmıştı. "Seni ben mi aradım yoksa? Hatırlamıyorum."

"Sen aramadın, ben geldim." Aramızdaki yarım metre mesafedeyken göğsüne doğru bakıp bir yabancının mı yoksa düşmanın mı karşısında olduğumu düşündüm. "Sana ve kardeşine yiyecek bir şeyler getirdim."

Cevabım saniyeler süren bir sessizlik oluşturdu. Sonra Deren bir adım daha yaklaştı. Dürüstlüğün getireceği yıkımdansa yalanın sadeliğini tercih etmiştim. Fakat dürüst görünüyor olmalıydım ki, "Zahmet etmişsin," dedi Deren, az önce herkesle konuşuyor gibiydi ses tonu. Şimdi benimle konuşuyordu. "Neden yaptın bunu?"

"Gönül işin değil miyim?" dedim. "Getiririm."

"Yaa," dedi, geçiştirdiğimi adı kadar bilerek. Ben onun nasıl göğsüne gözlerimi ayırmadan bakıyorsam o da benim çehreme bakıyordu. "Senin başka gönül işin falan yok mu?"

Bu sorunun ne anlama geldiğini anladım “Yok."

Saçımı, birazdan yaşanacakların stresiyle asabiyetle kulağımın arkasını koyarken gözlerimi yukarıya kaldırıp yakından baktım gözlerine. Yüzünün dağınıklığı gözlerindeki düzensizlikle uyumluydu. Saçları ve sakalları her gün biraz daha uzuyordu, göz altları çoktan çökmüştü. Tişörtünün yakasındaki yırtık dikkatimi çektiğinde belki bir kavganın içine karışmıştır diye düşündüm. "Ne yaptın bana?" diye sorduğunda, boğazındaki kırmızılığa bakarak, "Yapmadım, aldım," dedim.

"Ne aldın?" diyerek düzeltti.

"Birkaç şey işte." 

"Boğazımdan hiçbir şeyin geçmediğini sen de biliyorsun Karmen.”

Derinimdeki sancı derime dokunacak kadar yüzeye çıktığında, "Biliyorum," diye fısıldadım. "O adamdan haber yok değil mi?" Yanlış şekilde sorduğumu fark edince düzelttim. "Nil'den haber yok?"

Hayatını yıkıma uğratan şey yeniden ortaya çıktığında yenilenen öfkesi gözlerine yansıdı. "Nil'den haber yok," dedi. Kızının adını ilk seferde pürüzsüzce söyleyebildiğini hiç duymamıştım. "Ama o adamdan var."

Nefesim kesildi. "Var mı? O... Benim Nil'i kaçırdığını gördüğüm organ kaçakçısı adamdan mı?"

Kinlenmiş şekilde, "Evet," diye onayladı.

Çok heyecanlandım. "Ne haberi aldınız? Emniyetten mi öğrendin?"

"Evet, emniyetten haber verdiler." Gözlerini tavana doğru kaydırınca boğazı daha çok göründü, tenindeki kırmızılık da. "Adamın bir kez daha buna benzer vukuatı olmuş. Sadece çetesi değil, kendisi de bu suçları işliyormuş, çok nadiren olsa da... Zamanında kaçırdığı o çocuk bulunmuş."

"Demek bulunmuş," diye tekrarladım. Karina neden bulunamadı? "Nasıl bulunmuş? Nil'i de öyle bulabiliriz. Kızın için... Umut var."

"Evet, bu bana da umut olduğunu gösterdi..." sanki bu umuda tutunuyormuş gibi çok derin bir soluk aldı. "Üstelik adamla ilgili bir haber daha var."

Ona biraz yaklaşıp fısıldadım. "Neymiş?"

"İki gün önce kamera görüntüsüne yakalanmış." O kamera görüntülerinin gözlerinin önüne geldiğine emindim, tiksinerek yüzünü buruşturuyordu. "İzbe bir sokakta, çocukların dilendirildiği yerde kameraya yansımış. Son görünüşü o, polislerle birlikte bugün o sokaktaydım ama kayda değer iz yakalayamadılar. Fakat... güzel bir şey oldu. Baskında iki çocuğu buldular." Acı acı gülümsedi. "Nil sayesinde iki çocuk kurtulmuş oldu."

Küçük sevinçler büyük acılarına lütuf olmuştu, teselliyi de o iki çocuğun kurtulmasında bulmuştu. Karina'nın da o çocuklar gibi kurtulması için çok geçti, oysa çok isterdim kurtulan çocuğun annesi gibi hissetmeyi. Kadın, dünyada hiç olmadığı ve olmayacağı kadar mutlu olmuştur. Boğazım ve gözlerim aynı anda dolunca nefes alamadım, öksürük krizine girerek boğazımı tutmaya başladığımda, "Karmen?" dedi Deren, dikkatini bana vermiş şekilde. "N'oldu?"

Dolu gözlerimi yerde tutarak nefes almaya çalışıp öksürüklerimin önüne geçerken, "Gel," diyerek kolumu tuttu Deren. Mutfağa girerken öksürüğüm azaldı, nefesim düzeldi ama Deren yine de dolaptan bir bardak alıp cam sürahide duran suyu doldurdu. "Yavaşça bir yudum al."

"Hemşireyim ben," dedim, gözümün kenarından akan yaşı silip. Bardağı ağzıma kadar kaldırıp sadece bir yudum aldım. Boğazım düğüm düğüm olduğu için de bardağı hemen indirip yutkundum. "Biliyorum kendime nasıl müdahale edeceğimi."

Bardağı elimden alırken soğuk parmakları parmak uçlarıma doğru değdi. İkimizin de elleri buz gibiydi, kalplerimizin yansımaları gibi. O da benim ellerimin soğukluğuna takılmış gibi birkaç saniye parmaklarıma doğru bakıp bir daha uzandı, parmaklarını bu kez isteyerek parmaklarıma değdirip bir iki saniye tuttuktan sonra geriye çekti. "Ellerin... Neden hep çok soğuk?"

Ellerimi indirip kendime doğru saklarken, "Ben iyiyim," dedim.

Suratıma doğru dik dik bakıp, "Birdenbire ağladın," dedi.

"Boğazımı şey tuttu... Gıcık. Evet, gıcık tuttu." Kendimi yeterince açıklamış gibi kafamı sallayıp işaret parmağımla tezgâhı gösterdim, ilgiyi üzerimden çektim. "Getirdiğim yemekler."

Yüzüme, şüphenin yansıdığı bakışlarıyla baktığında, kızım öldü, cümlesi dudaklarımın ucuna kadar geldi ama onu çekip aldım, kalbime tekrardan gömdüm. Öksürdüğümde gözümden düşen yaşı dudağımın kenarından sildim ve elimi indirirken gözüme bir kırmızılık çarptı. Kırmızı ruju sürdüğümü hatırlayıp elimi bir daha dudağıma götürdüm ve dudağımın etrafını silerken, Deren'e baktım ve o da hareketsiz geçen on, on beş saniye parmaklarıma bulaşan kırmızılığa bakıp sonra bakışlarını ayırdı.

"Bu... Mantı mı?" 

Deren, yarısını kardeşinin yediği tabağa bakarken, "Onu komşunuz getirdi," dedim. "Ece."

"Hadi ya..." paketteki diğer yiyeceklere de bakıp tekrardan sol omzunun üzerinden bana döndü. "Hadi Ece beni sever, abisi yerine koyar ama... Sahiden sen, neden bana yemek getirdin Karmen?"

"Gönül işinim ya," dedim bir daha ama belki de sesim ona gitmeden bir melodi aramıza girdi. Kalbim, o aramanın nereden geldiğini bildiği için çarpmaya başladı. Deren'de, kızıyla ilgili bir haber olduğunun düşüncesiyle gözlerini benden çekti ve pantolon cebindeki telefonuna uzandı. Aramayı heyecanla açıp telefonu kulağına yasladığında, nedenini yalnızca kendimin bildiği sebepten ona yaklaştım. "Alo," dedi.

Karşı taraftan Nil'in, "Baba," diye bağrışını duydum ve sanki kendi kızımın sesini duymuşum gibi yüreğim yerinden çıktı. Deren'in kopkoyu gözleri kızının sesini duyduğu an dondu ve dudakları bir karış açık kaldı, nefes almayı kesti. Ruhunun hafiflediğini kendi kalbimde hissettim ve Deren kaşlarını çatıp alnına dokunurken Nil bir daha, "Babacığım!" Dedi coşkuyla. "Babacığım, sesimi duyuyor musun?"

Deren, titreyerek tezgâha doğru yaslanırken donup kalan gözlerinde fırtınalar kopmaya başladı ve çok derin bir nefes alıp, "Nil, tırtılım," diye fısıldadı. Sesindeki o korkak mutluluğu hissederek dudağımın kenarını kıvırırken, günahlarımın ve kaybın darladığı ruhumda ilk kez masumiyeti hissettim. Deren'in kalbi gözlerimin önünde çarptı ve ikinci kez, nefes nefese, "Nil!" Dedi. "Nil, kızım, sevgilim..."

Nil'in gülme sesini duyunca, Deren'in gözbebekleri irileşti ve kızı yeniden, "Baba, babam," dedikten sonra, Deren karşılık veremeden arama kapandı. Arama, istediğim sürede bittiği için yaşadığım rahatlık ve Deren'in duygularındaki karmaşanın kaosu aklımı bulandırdı. Telefona bir daha, belki de kapandığını fark etmeden, "Tırtılım," dedi. "Nil... Sen... Sen nasılsın? Babacığım, beni duyuyor musun?"

Onunla göz göze gelmek için başımı yana eğdim ve koluna dokunup, "Deren," diye fısıldadım. Kolu... şimdi sıcaktı, belki de kalbi yeniden atmaya başlayıp hayata döndüğü için. "Telefon kapandı."

Gözlerime bakıp beni duymasına rağmen, "Nil," diye fısıldadı bir daha ve sonra ses gelmeyince telefonu indirdi, ekranına baktı. Omuzları, salladığı yumruklar kadar hiddetle yükselip alçalırken, başını kaldırıp gözlerime, ruhumu gördüğünü bilmeden baktı. Kolu sıcaktı, benimse elim hâlâ buz gibiydi. Çünkü hayata dönen oydu, benim hayatım asla geri dönmeyecekti. "Duydun değil mi? Arayan Nil'di, kızımdı... Ben az önce onunla konuştum."

Canım çok yanarken, "Nil'di," dedim.

"Onun sesiydi, kızımdı." Sonrasında üstüme geldi, bir anda beni kuvvetle kendine çekip şaşkınlıkla sarıldı. Kendimi nefes aldıktan sonraki an onun göğsünde buldum ve ellerim, onun göğüs kafesiyle kendi bedenim arasında ezilirken, dudaklarım tişörtünün üzerine değdi. Kalbim hâlâ buzken, ölümüm kadar sancılı olan ağrıyı göğüs kafesimde hissettim. Deren başını omzuma yaslayıp gülmeye başladı. "Tırtılım hayatta, yaşıyor, duydun mu Karmen? Nil hayatta..."

Nil hayatta, Karina değil.

Senin kalbin şimdi sıcak, benimki hâlâ buz gibi.

BÖLÜM SONU.